NECİP FAZIL KISAKÜREK: 26 Mayıs 1905’te İstanbul’da doğdu. 25 Mayıs 1983’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Çocukluğu büyükbabasının Çemberlitaş'taki konağında geçti. Bahriye Mektebi’nde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde öğrenim gördü. Felsefe Bölümü'ndeki öğrenimini yarıda bırakarak 1924'te Paris’e gitti.Bu kez Sarbonne Üniversitesi’nde felsefe eğitimi almaya başladı. 1925'te öğrenimini tekrar yarıda bırakıp yurda döndü. ... | Devamı

ARİF NİHAT ASYA:.Türk Edebiyat Tarihi'ne "Bayrak Şairi" olarak adını yazdıran Arif Nihat Asya, 7 Şubat 1904 yılında Çatalca'nın İnceğiz Köyü'nde dünyaya geldi. Babası Tokatlı Zîver Efendi, annesi Tırnovalı Fatma Hanımdır. Nihat Asya bir aylıkken babasının ölümü üzerine, akrabalarının himayesinde büyümek zorunda kaldı. İlköğrenimine köyünde başladı fakat daha sonra İstanbul'a geldi.| Devamı

YAVUZ BÜLENT BAKİLER:Sivas'ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini Sivas'ta yaptı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Bir ara Ankara Radyosu'nda çalıştı. Kültür Bakanlığı müsteşar yardımcısı olarak görevlendirildi. Geleneksel şiirimizin öz ve şekil özelliklerini kendi şiir potasında eriterek kişiliğine kavuştu. Şiirlerinde, Anadolu'ya, Anadolu insanına eğilmiş, onların sorunlarını yapıcı bir tavırla dile getirmiştir...| Devamı

NAMIK KEMAL:21 Aralık 1840'ta Tekirdağ'da doğdu, 2 Aralık 1888'de SakızAdası'nda öldü. Asıl adı Mehmed Kemal'dir, Namık adını ona şair Eşref Paşa vermiştir. Babası, II. Abdülhamid döneminde müneccimbaşılık yapmış olan Mustafa Asım Bey'dir. Annesini küçük yaşında yitirince çocukluğunu dedesi Abdüllâtif Paşa'nın yanında, Rumeli ve Anadolu'nun çeşitli kentlerinde geçirdi....| Devamı

OZAN ARİF: Ozan Arif Giresun`un Alucra ilçesine bağlı şimdiki ismi ile Yükselen eski adı ile Hapu köyünde 10 Haziran 1949`da doğdu. Babası yörenin sevilen simalarından rahmetli Muharrem Çavuş’un (Muharrem Şirin) oğlu Mehmet Bey, annesi Fatma Hanım da, yine komşu köy Demirözü`nden aynı şekilde sevilen.... | Devamı

*****

Siir Dünyası

KAHRAMANLIK SİİRLERİ

 

                                        Bu Vatan Kimin?

Bu vatan toprağın kara bağrında

Sıradağlar gibi duranlarındır.

Bir tarih boyunca onun uğrunda

Kendini tarihe verenlerindir.


Tutuşup kül olan ocaklarından,

Şahlanıp köpüren ırmaklarından,

Hudutta gaza bayraklarından

Alnına ışıklar vuranlarındır.


Ardına bakmadan yollara düşen

Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan

Huduttan hududa yol bulup koşan,

Cepheden cepheyi soranlarındır.


İleri atılıp sellercesine

Göğsünden vurulup tam ercesine,

Bir gül bahçesine girercesine,

Şu kara toprağa girenlerindir.


Tarihin dilinden düşmez bu destan,

Nehirler gazidir, dağlar kahraman,

Her taşı yakut olan bu vatan,

Can verme sırrına erenlerindir.


Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil

Bu sevgi bir kuru ifade değil,

Sencileyin hasmı rüyada değil

Topun namlusundan görenlerindir.

 


Orhan Şaik Gökyay 

 
 
 
AKINCILAR
 

Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi sendik;

Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!


Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle!

Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kaafilelerle...


Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan.

Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan.


Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla

Yerden yedi kat arsa kanatlandık o hızla...


Cennette bugün gülleri açmış görürüz de

Hala o kızıl hatıra titre gözümüzde!


Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi sendik;

Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik! 


Yahya Kemal Beyatlı 

 
 
 
Bir Yolcuya

Dur yolcu bilmeden gelip bastığın

Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.

Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,

Bir vatan kalbinin attığı yerdir.


Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,

Gördüğün bu tümsek Anadolu’nda,

İstiklâl uğrunda, namus yolunda,

Can veren Mehmet’ in yattığı yerdir.


Bu tümsek, koparken büyük zelzele,

Son vatan parçası geçerken ele,

Mehmet’in düşmanı boğduğu sele

Mübarek kanını kattığı yerdir.


Düşün ki haşre dek kemiğin, etin

Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin

Bir harbin sonunda bütün milletin

Hürriyet zevkini tattığı yerdir. 


Necmettin Halil Onan

 

 
 
 
Bayrak

Ey,mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,

Kız kardeşimin gelinliği,şehidimin son örtüsü !

Işık ışık, dalga dalga bayrağım,

Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.


Sana benim gözümle bakmayanın

Mezarını kazacağım.

Seni selamlamadan uçan kuşun

Yuvasını bozacağım.


Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...

Gölgende bana da, bana da yer ver !

Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar.

Yurda ay yıldızın ışığı yeter.


Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün.

Kızıllığında ısındık,

Dağlardan çöllere düşürdüğü gün.

Gölgene sığındık.


Ey, şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalan;

Barışın güvercini, savaşın kartalı...

Yüksek yerlerde açan çiçeğim;

Senin altında doğdum,

Senin dibinde öleceğim.


Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim;

Yer yüzünde yer beğen,

Nereye dikilmek istersen,

Söyle , seni oraya dikeyim!... 


Arif Nihat Asya

 

 
 
 
Kalk Yiğitim!
 

Kalk yiğitim, yine dağbaşını duman aldı...

Parçalandı bir kıtanın toprakları,

Aslan payını aslan olmayan aldı...

Kalk yiğitim, yine dağbaşını duman aldı.


Tulgalı, tulgasız başlar alayı...

Kanadlı, kanadsız kuşlar...

Aşılmamış dağlar, çıkılmamıs yokuşlar...


Dağları, tasları akar sulariyle

Şu tanıdık toprakta

Bir büyük dünya parçası

Fatihini aramakta.


Dünyayı ahretten ayıran

Duvarları yık da gel,

Ay doğar gibi, gün doğar gibi

Şu kıpkızıl ufuktan çık da gel!


Kalk yiğitim, yine dağ başını duman aldı.

Parçalandı bir kıtanın toprakları;

Aslan payını aslan olmıyan aldı...

 

 

 

 

Kalk yiğitim, yine dağbaşını duman aldı.


 

 
 
 
Arif Nihat Asya
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

Malazgirt Marşı


Aylardan Ağustos, günlerden Cuma,

Gün doğmadan evvel iklim-i Rum'a

Bozkurtlar ordusu geçti hücuma;


Yeni bir şevk ile gürledi gökler...

Ya Allah...Bismillah... Allahuekber !


Önde yalın kılıç Türkmen başbuğu,

Ardından Oğuz 'un elli bin tuğu

Andırır Altay'dan kopan bir çığı


Budur Peygamber'in övdüğü Türkler

Ya Allah...Bismillah...Allahuekber!


Türk, Ulu Tanrı'nın soylu gözdesi

Malazgirt, Bizans'ın Türk'e secdesi

Bu ses insanlığa Hakk'ın müjdesi


Bu sesle irkilir çarpan yürekler...

Ya Allah...Bismillah...Allahuekber!


Nağramızdır bugün gök gürültüsü

Kanımızdır bügün yerin örtüsü

Gazi atlarının nal pırıltısı


Kılıçlarımızdır çakan şimşekler

Ya Allah...Bismillah...Allahuekber!


Yiğitler kan döker bayrak solmaya

Anadolu başlar vatan olmaya

Kızılelma'ya hey! Kızılelma'ya


En güzel marşını vurmadan mehter

Ya Allah..Bismillah...Allahuekber!
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu

 

Mohaç Türküsü

Bizdik o hücumun bütün aşkıyla kanatlı;

Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı.


Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle,

Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle!


Fethin daha bir ülkeyi parlattığı gündü;

Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü.


Gül yüzlü bir âfetti ki her pûsesi lale;

Girdik zaferin koynuna, kandık o visâle!


Dünyaya vedâ ettik, atıldık dolu dizgin;

En son koşumuzdur bu! Asırlarca bilinsin!


Bir bir açılırken göğe, son def'a yarıştık;

Allah'a giden yolda meleklerle karıştık.


Geçtik hepimiz dört nala cennet kapısından;

Gördük ebedî cedleri bir anda yakından!


Bir bahçedeyiz şimdi şehitlerle berâber;

Bizler gibi ölmüş o yiğitlerle berâber


Lâkin kalacak doğduğumuz toprağa bizden

Şimşek gibi bir hâtıra nal seslerimizden.
Yahya Kemal Beyatlı

 

CENK ŞARKISI

Yurdunu Allah'a bırak çık yola;

"Cenge!" deyip çek ki vatan kurtula.

Böyle müyesser mi gaza her kula?

Haydi levend asker, uğurlar ola.


Ey sürüden arkada kalmış yiğit!

Arkadaşın gitti, yetiş sen de git.

Bak, ne diyor ceddi şehidin işit;

Durma, git evladım uğurlar ola.


Durma, git evladım açıktır yolun...

Cenge sıvansın o bükülmez kolun;

Süngünü tak, ön safa geçmiş bulun.

Uğurun açık olsun, uğurlar ola.


Yükselerek kuş gibi Balkanlar'a,

Öyle Satır at ki kuduz Bulgar'a;

Bir daha Osmanlı'ya saldıra!

Git de gel evladım... Uğurlar ola.


Düşmana çiğnetme bu toprakları,

Haydi kılıçtan geçir alçakları!

Leş gibi yatsın kara bayrakları;

Kahraman evladım, uğurlar ola.
Mehmet Akif Ersoy

 

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE 

Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi


Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.


Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde gösterdiği vahşetle "bu: bir Avrupa'lı"


Dedirir, yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,

Varsa gelmiş, açılıp mahpesi, yahut kafesi!


Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak

Boşanır sırtlara vadilere sağnak sağnak.


Saçıyor zırha bürünmüş de namerd eller,

Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.


Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,

Sürü halinde gezerken sayısız teyyare.


Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler,

Kahraman orduyu seyret ki, bu tehdide güler!

 

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?


Hangi kuvvet onu, haşa edecek kahrına ram?

Çünkü te'sis-i ilahi o metin istihkam


Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar taşlar...

O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar,


Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;

Bir hilal uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor!


Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker,

Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.


Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi,

Bedr'in aslanları ancak bu kadar şanlı idi.


Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

"Gömelim gel seni tarihe" desem sığmazsın.


Hercümerc ettiğin edvara da yetmez o kitap

Seni ancak ebediyetler eder istiab.

 

"Bu taşındır" diyerek Kabe'yi diksem başına,

Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına,

 


Sonra gök kubbeyi alsam da rida namiyle

Kanayan lahdine çeksem bütün ecramiyle


Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan

Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsam oradan.


Sen bu avizenin altında bürünmüş kanına

Uzanırken gece mehtabı getirsem yanına.


Türbedarın diye ta fecre kadar bekletsem,

Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem.

 

Tüllenen magribi akşamları sarsam yarana,

Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana...

Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy

 

Antepli Şahin 

Ben Antepliyim, Şahin’im ağam.

Mavzer omzuma yük.

Ben yumruklarımla dövüşeceğim.

Yumruklarım memleket kadar büyük.


Hey, hey!

Yine de hey hey!

Kaytan bıyıklarım, delişmen çağım

Düşman kurşunlarına inat köprü başında

Memleket türküleri çağıracağım.


Bu dağlarda biz yaşarız,bu dağlar bizim dağımız.

Namusumuz temiz, bayrağımız hür

Analarımız, karımız, kızımız, kısrağımız

Burada erkekçe dövüşür


Bir bayrak dalgalanır Antep kalesi üstünde

Alı kanımdaki al, akı alnımdaki ak

Bayraklar içinde en güzel bayrak

Düşüncem senden yanadır


Hep senden yanadır çektiğim kahır

Bu senin ülkende, senin gölgende

Düşmesin kara kalpaklar, kirlenmesin duvaklar

Korkum yok ölümden kâfirden yana

Alacaksa alsın beni şafaklar.


Hey, hey!

Yine de ey hey!

Al bayraklar altında kara bir kartal gibi

Yaşamak ne güzel şey.


Bir sır var bu mavzerde, attığım gitmez boşa

Çıkmış bir eski savaştan

Türk ün bir karış toprak parçası için

Destanlar yazacağız yeni baştan.


Yıktım toprağın üstüne bir sarı kurşunla birini

Çıktı karşıma biri,

Çıktıkça çektim tetiği Bismillâhlarla beraber

Vurdum alnından kâfiri.


Bu kaçıncı kurşundur, bu kaçıncı bismillâh

Bu kaçıncı ölüdür?

Bir türkü söylenir siperlerde her sabah

Vurun Antepliler namus günüdür!


Ben Antepliyim Şahin’im ağam

Mavzer omzuma yük

Ben yumruklarımla dövüşeceğim

Yumruklarım memleket kadar büyük 
Yavuz Bülent Bakiler

 

Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor 

Şehitler tepesi boş değil,

Biri var, bekliyor..

Ve bir göğüs nefes almak için

Rüzgâr bekliyor.


Türbesi yakışmış bir kutlu tepeye,

Yattığı toprak belli,

Tuttuğu bayrak belli,

Kim demiş Meçhul Asker diye?


Destanını yapmış, kasideye kanmış...

Bir el ahretten uzanmış,

Edeple gelip birer birer

Öpsün diye faniler.


Öpelim temizse dudaklarımız...

Fakat basmasın toprağına

Temiz değilse ayaklarımız.


Rüzgarını kesmesin gövdeler...

Sesinden yüksek çıkmasın

Nutuklar, kasideler!


Geri gitsin alkışlar, geri...

Geri gitsin ellerin

Yapma çiçekleri!


Ona oğullardan, analardan

Dilekler yeter...

Yazın sarı, kışın beyaz

Çiçekler yeter.


Söyledi söyliyenler demin...

Gelin süngülü yiğit, alkışlasınlar,

Şimdi sen söyle, söz senin!


Şehitler tepesi boş değil,

Toprağını kahramanlar bekliyor...

Ve bir bayrak dalgalanmak için

Rüzgâr bekliyor.


Destanı öksüz, sükûtu derin

Meçhul Askerin...

Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye;


Yattığı toprak belli,

Tuttuğu bayrak belli...

Kim demiş Meçhul Asker diye....

Arif Nihat Asya

 

 

 
 
 
 
 

 

 

Mustafa Kemal'in Kağnısı 



Yediyordu Elif kağnısını

Kara geceden geceden

Sankim Elif Elif uzuyordu, inceliyordu

Uzak cephelerin acısıydı

İnliyordu dağın ardı, yasla

Her bir heceden heceden



Mustafa Kemal'in kağnısı derdi, kağnısına

Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı

Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik

Nam salmıştı asker içinde

Bu kez yine herkesten evvel amıştı yükünü

Doğrulmuştu yola, önceden önceden


Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif

Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar

Kocabaş çok ihtiyardı, çok zayıftı

Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra

Gecenin ulu ağırlığına karşı

Hafiftiler inceden inceden


İriydi Elif, kuvvetliydi kağnı başında

Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri

Kınalı ellerinde rüzgar geçerdi daim

Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına

Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişi

Niceden niceden.


Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu

Nazar mı değdi göklerden ne?

Dah etti, yok, dahha dedi, gitmez

Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacır gucur

Nasıl dururdu Mustafa Kemal'in kağnısı

Kahroldu Elifçik düşünceden düşünceden.


Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş

Sür beni, öldür beni, koma yollarda beni

Geçer götürür ana, çocuk mermisini askerciğin

Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım

Bak hele üzerimdem ses seda uzaklaşır

Düşerim gerilere, iyceden iyceden.


Kocabaş yığıldı çamura

Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar

Örtüldü gözleri örtüldü hep

Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı bacım

Kocabaş'ın yerine koştu kendini Elifçik

Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden...


 

Fazıl Hüsnü Dağlarca  

Sakarya Türküsü 

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;

Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;

Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir

Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir.

Akışta denetlenmiş, büyük, küçük, kainat;

Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,

Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.

Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,

Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?

Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük!..


Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!

Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?


İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;

Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal.

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;

Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan;

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an;

Kehkeşanlara kaçmış eski günleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;

Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;

Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında hala çarpar mı tekbir?

Bulur mu deli rüzgar o sedayı: Allah bir!

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;

Sakarya, kandillere katran döktü geceler.


Vicdan azabına es, kayna kayna Sakarya,

Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!


İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;

Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;

Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!

Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu'nun,

Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;

Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;

Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;

Sen kıvrıl, ben gideyim, son Peygamber kılavuz!


Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;

Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Necip Fazıl Kısakürek
 
 
 
 
 
 
 
 

 
 
 
 
 


 




Bugün 104 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol